0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

39. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"AYNALAR."

Sen düşüp dizlerini yaraladın diye hayata bir şey olmuyor.
Kimse, bir başkası düştüğü için üzülüp ağlamıyor, bu sadece masallarda geçiyor.

Zaten bu da etine, kemiğine kadar gerçek bir hayat.

Yara izleri masallarda silinir, gerçek hayattaysa bedeninizde durup size meydan okur. Kaç meydan okuma gerçekleşti bu ruhta bilmiyorum ama çoğunun üstesinden gelip yalnızca Duman'ın karşısında ufalandım. Zaafları, yenilgileri bir tek onun karşısında kabul ettim. Ölümleri ve kalımları onunla karşıladım. Bak, sen yeter ki orada dur, canımı yaksan da olur, dedi. Orada durup canını yaktım ama hepsi kabullenişleri geçiştirmek içindi.

Aşkı kabullenişi...

Duman’la hamakta uyumuştuk ve ben sabah sekizde uyanmış, bir süre onu izledikten sonra içeriye, koltuğa geçip televizyon karşısına oturmuştum. Duman'ın dün açıp izlediği ama izlemiyormuş gibi yaptığı çizgi filmi gördüğümde onu izlemeye başlamıştım. İyice kapılmış karakterin maceralarına kaş çatıyordum.

Çizgi film karakterlerini neden salak yapıyorlardı? Sempati toplaması için mi?

Yanaklarımı şişirdim ve ayaklarımı kanepenin başına koyup ofladım. Kafamı çevirdiğim yerde Duman'ı görüyordum sanki, sinirim bozulmuştu. Alakası olmayan şeylerde bile onun aklıma gelmesi...

Gözlerimi kapatarak kafamı iki yana salladım. "On saniye boyunca seni düşünmeden durabilirim."

Bir…

İki…

Üç…

Dört…

Gül Dikeni...

Gözlerimi açtım ve yumruklarımı sıkıp tavana baktım. "Lütfen bir saniye aklıma gelmez misin?"

"Kiminle konuşuyorsun?"

Sesini duyduğumda başımı koltuğun minderinden kaldırdım. Evin kapısından içeriye girmiş, saçlarını düzelterek bana bakıyordu. Sıcak havadan dolayı hamakta olduğu sürede burnu ve yanakları yanmıştı. Saçlarını başının arkasına doğru iterken, kehribar gözleri uyuşuk şekilde yüzümde dolaştı. "Niye öyle bakıyorsun Mahşer, açıkta bir yerim mi var?" Şöyle bir üzerine göz attı. "Yok, her yerim de kapalı. Açayım o zaman." Sırıtarak göz kırptı.

"Çok komik!" diye patladım ona.

Sırıtışı kayboldu ve bu halimi biraz bile garipsemeden göz devirdi. "Anlaşıldı, tersinden kalkmışsın."

"Sensin ters," dedim.

"Ne diyorsun kızım, beynimi trafo gibi yaktın sabah sabah..." Koltuğun yanına kadar yürüdü ve ellerini koltuğun başına yaslayıp yukarıdan bana baktı. Beni baştan aşağıya süzdü ve dilini dudaklarında bir tur döndürdü.  "Bir şey mi oldu, kızgın görünüyorsun?"

"Bir şey olduğunda olay çıktığı için mutlu olurum, sinirlenmem," dedim düz düz. Sesim bu kadar düzken duygularım neden tırmanışa geçmişti? Ben, içinde hiçbir şeyi sakince halledemeyenlerdendim, bir daha anlamıştım. "Bir şey olmadığı için sıkıldım."

Görmediği bir yüzüm kalmamıştı galiba, bu yüzden sözlerime ne sinirleniyor ne de alınıyordu. Tek kaşını kaldırıp başını hafifçe eğdi. Alınmadığını düşünmüştüm ama küçük bir an da olsa gözlerinde sefalet gördüğüme emindim. "Benimle burada olmaktan, bu sakinlikten sıkıldın mı? Oysa buradan gitmemekten bahsetmiştin."

Alt dudağımı ısırdım ve kalbini kırmamak için durumu düzeltmeye çalıştım. “Hayır, bu durumdan değil..." Sürekli seni düşünmekten sıkıldım. "Yani... Olay çıkarmayınca, birine sallayıp gıcık etmeyince sıkılıyorum ben, biliyorsun işte."

"Kalbinin yarısında ben varsam diğer yarısında kaos aşkı var," dedi, sırıtarak.

Yarısı sen, yarısı harap.

"Haha seni şakacı. Yürü git şuradan.”

“Yukarıya çıkacağım zaten.”

Yanaklarımı bir daha sıkarak bakışlarımı kaçırdım. "Odaya niye gidiyorsun, otursana işte yanıma."

"Sevgilim, sen dünyanın en dengesiz insanısın ama seni seviyorum."

Çenemin altından tutup okşadı ve gülümseyip arkasını döndü. Bir an, sahip olmakla övündüğüm tüm irade ve gücü kaybettiğimi hissettim. Duygularım yüzeye çok fazla çıkmıştı. "Seni seviyorum dedi..."

Onu gözden kaybolana kadar izledim. Sonra başımı yana çevirip televizyon ekranına baktım. O çizgi film bitmiş, bir başkası başlamıştı. Bu karakter de gereksiz şekilde saf ve salaktı. Oflayıp kalktım, merdivenlerin yolunu tuttum.

Basamakları çıkıp köşeden döndüm ve Duman'ın ilk gençlik yıllarında kaldığı yatak odasına ilerledim. Kapının ağzından içeriye girdiğimde bu yakışıklı herifin kıyafet seçtiğini gördüm. Kendisine bir tişörtle keten, krem renkli pantolon almıştı. Elindeki kıyafetlerle doğrulurken, "Bugün seninle yüzelim," dedi, uyuşuk şekilde yanıma yürürken. Kapıya yaslanıp geçmesi için müsaade ettim. "Bodrum'u gezdik, bugünü birbirimize ayıralım."

"Çıplak yüzersek olur," dedim, arkasından bakarken. Banyoya girmeden önce durup bana baktı ve sırıttı. Dağınık saçlarına, hâlâ morarmış duran ensesine bakarak ona zincirliymişim gibi peşinden ilerledim.

Kapının önünde durarak yanağımı pervaza yasladığımda, Duman kabinin kapaklarını iki yana doğru açtı. Saçlarımı omzuma aldım ve kömür kadar siyah olan tutamları parmağımın etrafına dolarken iç çekişimi bastırdım. Keyfi yerindeydi, neden olmayacaktı ki? Doğrulup elini ensesine attı ve tişörtü tek seferde kafasından çıkarıp yere bıraktı. Tırnak izlerime bakarken midemin altında güçlü bir şeyler kıpırdandı. Aşk bu kadar ilkel bir duygu mu?

Ben ölüyorum, onu öldürüyorum ama aşkı öldüremiyorum.

"Az önce Ada ile konuştum," dedi, bana sırtını dönüp kabinin içine girdiğinde. Suyla uğraştı, az sonra başının üzerinden su dökülmeye başladı. "Biraz daha kalabilirsiniz abiciğim diyor, artık Muhammet’le ne haltlar ediyorlarsa..."

"Takılsınlar, boş ver," dedim nefesim kesilmiş halde kapıdan içeriye girerek.

"Ada'nın kalbinin kırılmasından korkuyorum Mahşer," dedi, gerçek endişesinden bahsederek.

Sırtı bana dönüktü, şampuana uzanıyordu, bu yüzden beni görmüyordu. Kabinin kapısı önünde durduğumda Duman da saçlarını yıkamak için şampuanı almış, doğrulmuştu. Beni farkında varmadan kafasını yıkamaya başladığında usulca kabinden içeriye girdim. Sırtı hâlâ bana dönüktü, köpük kaçmaması için gözlerini kapatmıştı. Sırtımı fayanslara yasladım ve ondan habersiz, onunla ıslanmaya başladım.

"Geri döndüğümüzde Ada'yı mutlu bulursak rahatsız etmem onları, ben de kardeşim mutlu olsun isterim elbette..." Şampuanı köpürtüp saçlarını yıkarken kapının orada olduğumu düşünüyor, hâlâ Ada'dan bahsediyordu ama o şu an umurumda değildi. Kalbimi çarpan şey, yalnızca oydu. "Toplum içine çıkmayı hâlâ başaramıyor, kendini kasıyor, eve hapsolmuş durumda ama Muhammet bunları aşması için ona yardımcı olabilir. Ben öyle düşünüyorum, sen ne düşünüyorsun?"

Gırtlağıma bir şey takılmış gibi sertçe yutkundum ve ona doğru yavaş bir adım atıp suyun altına iyice girdim. Duman sessiz kalacağımı anlayıp, "Ada'dan söz aldım, fizik tedaviye gideceğiz," dedi, bundan bahsederken sesi iyiydi. "Hem düşünüyorum, bu çocuk konuştukları sırada Ada'nın yürüyemediğini bilmiyormuş, yürüyemediğini öğrendiğinde de kalkıp gelmiş, kötü olamaz her..." ıslanan ellerimi kaldırıp sırtının iki yanına koyduğumda sustu, elleri hareketi kesti ve başı ağır ağır arkaya döndü. Yüzünden köpükler inerken gözlerini açtı. "Mahşer?"

Şaşırdığı açıktı, gözleri kapalı olduğu ve suyun sesi baskın çıktığı için geldiğimi farkına varmamıştı ve ona aniden dokunduğumda... Su, yüzündeki köpüğü temizlerken, sırtındaki ellerimi önüne doğru kaydırarak karnına indirdim. "Bana vakit ayırman lazım."

Elimi biraz daha aşağıya götürdüğümde gözleri tamamen kapandı ve başını arkaya yatırdı. Dudaklarımı ıslak omzuna sürtüp ona belki de hiç davranmadığım kadar kibar davrandım. Ateşin içine gözlerim açık değil de, kapalı girmek isteyerek gözlerimi yavaşça kapattım. Ve olmasını dilediğim her şey gözlerim kapalıyken oldu.

Ateş, ellerine dönüşüp tenimi kavurdu. Dudakları yüzümde dokunmadığı bir noktayı bırakmadı, elleri de tenimde… Bedenlerimiz hızlıca hareket etti, vücudumdaki her hamlesi çok sıcaktı. Su hâlâ başımızdan akarken gözlerimi açmamı istedi, çenemden tutup başımı fayansa daha sert bastırdı. Omuzları öyle hızlı hareket ediyordu ki, vücudumun ezildiğini hissediyordum.

Elimle ensesini kavradım. O, fayansa yaslı vücudum üzerinde ileriye ve geriye doğru hareket ederken, ben de az önce bana yaptığını yapıp yüzünün çeşitli yerlerinden onu öpüyordum. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, bir şey olmasından kaygılanıp gözlerine baktım. Dikiş izleri ellerimin altındaydı. Neyse ki dudakları omuzlarımda gezmeye başlayınca iyi olduğunu anladım ve suyun altında, onunla birlikte oldum.

Ve bu bittiğinde göğüs kafesimin yerinden çıkacağını hissettim. Kollarımı boynuna sarıp yüzümü omzuna gömdüm. O kendisini geriye çekip nefeslerinin düzene girmesini beklerken, ben de dudaklarımı teninde sabit tuttum. Bu kez ilk seferki gibi olmamıştı; duş sayesinde çok daha hızlı ve ıslak olmuştu. Beni çevirip sırtımı göğsüne yasladığında ve ellerini karnımda adeta bir kelepçe haline getirdiğinde, yanağımı omzuma koyup akmaya devam eden suya baktım.

“Duman?"

"Güzellik?"

"Sen aynaya bakabiliyor musun?"

Sırtımı aşağıya yukarıya doğru yavaşça okşayarak, "Bakıyorum tabii," dedi, sorumu garipsediği açıktı. "Allah vergisi bir yüzüm var, bakabiliyorum. Niye sen bakamıyor musun? Güzelliğinle aynaları çatlatmaktan mı korkuyorsun?"

Ellerimi karnımdaki ellerine götürdüm ve kabinin açık kapısından dışarıya, karşı duvardaki aynaya baktım. Ayna biraz buğulanmıştı ama yüzlerimizi seçebiliyordum.

Hangi yüzünü, dedi iç sesim.

Duman elinin biriyle saçlarımı okşarken, yüzümdeki su damlalarını temizleyip aynadaki yansımama baktım. İnsan olmanın vermiş olduğu duyguları o kadar sık unutuyordum ki aynaya bakacak yüz bulamıyordum kendimde. Ama yanımda Duman varken, aynada kendimi bir başıma değil de âşık olduğum adamla görünce aynaya bakmak biraz güzelleşmişti.

"Ben bazen aynaya bakamıyorum," diye itiraf ettim, sesimdeki kavgalarla. "Utanıyorum."

Sende utanma var mı, dememesini diledim.

"Mahşer," diyerek dudaklarıyla saçlarıma sokuldu ve beni öperken gözlerini yumdu.

"Senin utanman var mı deme, olmadığını ben de biliyorum ama... Bakamıyorum işte."

"Öyle bir şey demem," diyerek, beni kollarında biraz daha sıktı. Sarılmalar yaraları eksiltebilseydi keşke, ona hep sarılırdım. "Sen de kendine deme."

"Hele aynadaki gözlerime hiç bakamam, hemen çekerim bakışlarımı." Yüzümde biriken su damlaları dudaklarımdan içeriye kaçtı. "Dönüp aynaya bakınca aklıma geldi, söyleyiverdim."

Gözlerini açmadı, beni kendine kelepçeli tuttuğunda vücudundaki dikişlerin tenime battığını hissederek yutkundum. "Seviştikten sonra duygusallaşıyorsun," diye bir tespitte bulundu düşünceli şekilde. "Duygu yoğunluğundan sanırım."

Doğru, geçen sefer de böyle olmuştu. İnsanların duygusal anları, zaaf dolu dakikaları olabiliyordu demek. "Öyle," diye kabul ettim. "Benden yararlanabilirsin."

Aynadan baktığıma göre saçlarımın üzerindeki dudakları kıvrılmış, gülümsemesi yanaklarına ulaşmıştı. Bir gülümseme ok gibi yayından fırlayıp kalbe de saplanabilir.

"Madem öyle, yararlanayım. Hadi, bana beni çok sevdiği söy..."

"Seni çok seviyorum."

Ve bazı cümleler de yayından ok gibi fırlayıp kalpleri sevgiyle de parçalayabilir.

Sevgi dolu bir ölüm olur.

Daha cümlesi bitmeden onu sevdiğimi söylediğim için Duman şaşkınlıkla duraksadı. Gözlerini yavaşça açtı. Su damlaları kirpiklerinden düştü ve seviştiğimiz zaman kopkoyu duran gözleri şimdi kehribar rengiyle baktı. Berrak, şaşkın ama mutlu bakıyordu. Seni çok seviyorum, diyen dudaklarım tekrar düz bir çizgi halini aldığında, kafasını öne yatırdı ve benim kafamı da kendisine doğru çevirerek gözlerimin içine baktı. "Ben seni daha çok seviyorum."

Sonra dudaklarımdan öptü. Sevgiyle parçalanmış kalpler birbirine yamalı bezler gibi tutunup toplandı. Öpücüğüyle geçen saniyelerde kalp kırıklarımın bir araya geldiğini anladım. Bu az öncekiler gibi hoyrat bir öpüşme değil de daha tatlı, yumuşak bir öpücüktü.

Odaya geçtiğimde havuzda yüzebilmek için bikinimi giydim ve kollarımı boynuna sarıp yüzüne daha yakından baktım. Havuza yaklaştığımızda gülümseyerek eğildi ve beni havuzun içine yavaşça bıraktı. Ayaklarım yere basıyordu, bu yüzden yüzmeyi çok iyi bilmesem de endişe etmeyip kendimi suya teslim ettim. Duman da hemen ardından suyun içine girdi ve beni tekrar havuzun içinde kollarının arasına aldı.

"Gün boyu yüzecek miyiz?" diye sordum parmaklarımı boynundaki belirgin çıkıntıya, âdemelmasına yaslayarak.

"Sokakta gezip yapış yapış olmaktan iyidir," dedi, belimin kıvrımlarını okşayıp. "Çok sıcak."

"Tamam ben yüzeyim, sen de bugün hizmetimi gör."

"Çilek mi getireyim kiraz mı getireyim kraliçeme?"

Midemi yoklayarak mırıldandım. "Kiraz."

Yanaklarımdan öpüp havuzun kenarına doğru yüzmeye başladığında onun gerçekten bana meyve getireceğini anlayıp kaşlarımı çattım. Şakalaştığımızı sanıyordum, ciddiye mi almıştı? Omzumu silktim, madem getiriyordu seve seve yerdim. O havuzdan çıkıp az sonra sırılsıklam haliyle gözden kaybolduğunda kafamı denizin içine sokarak ileriye doğru kulaçlar attım. Duman çok geçmeden, elinde bir tabakla kapıda göründüğünde kollarımı suyun içinden çıkararak kenara doğru yüzdüm. Telefonu kulağına yaslamış, bir konuşma gerçekleştiriyordu.

Eğilip meyve tabağını havuzun mermer kenarına bıraktıktan sonra doğruldu. "Sen hallettim diyorsan benim için tamamdır," diyerek düşünceli şekilde ileriye baktı. Dirseklerimi mermerin taşına yasladım ve benim için dilimlediği kivilere uzandım. "Herhangi bir iz, kanıt bırakmadın değil mi? Sen bırakmazsın ama ben yine sorayım?"

Neden bahsediyordu? Cesetten mi? Abdulrezzak, Melih Han'ın cesedini ortadan kaldıracaktı, en son bununla ilgili konuşmuşlardı.

"Bak oğlum, meteliğe kurşun atıyorum," dedi Duman, ensesini kaşıyarak. "Aynen," dedi Duman, Abdulrezzak olduğunu düşündüğüm kişiye. "O yüzden başımız belaya girerse parayla adam tutup suçu üstüne atamam. Param yok, anlıyor musun?"

Sırıtarak kividen bir dilim daha aldığımda Duman karşı tarafı dinledi ve yüzünü memnun olmuş bir gülümseme kapladı. Abdulrezzak'a babasından çok güvendiği kesindi. Bir dakika daha kadar onu dinleyip telefonu kapatmadan önce konuştu. "Tamam, sen yoktur diyorsan yoktur. Yarın döneceğim, olmadı yüz yüze konuşuruz."

Telefonu kapatarak ileriye, çimlerin üzerine fırlatıp bana döndüğünde, "Fakirsin sen artık," dedim kiviyi iştahla yiyerek. "Telefon fırlatamazsın."

Dönüp bir telefona bir de bana baktıktan sonra yanaklarını şişirdi. Yanmış yüzüyle, ıslak saçlarıyla çok genç ve yakışıklı görünüyordu. "Doğru, yenisini alamam çünkü."

Kafamı sallayarak bir dilime daha uzandım. "Ben bu ilişki hakkında bir daha mı düşünsem? Fakirsin sen. Adam öldürsem ortadan kaldıramazsın, çünkü paran yok."

"Aynen." Kafasını kaşıyarak azarlar gibi konuştu. "Bundan sonra adam öldürmek falan yok, para verip susturamam milleti."

"Kansız, cinayetsiz hayat nasıl geçer ki," dedim, içten içe gülerek. Onunla tamamen alay ediyordum ama anlamamış görünüyordu. Saçlarımı suya doğru attım. "Hırsızlığa mı başlasak?"

Ağzı ve gözleri hayretle açıldı, ciddi olmamdan korktu ve şiddetle kafasını iki yana salladı. "Yok yok, unut bunu derhal! Sen şimdi aklına koyduğunu yapıyorsun, bunu da yaparsan başımız boktan kurtulmaz!" Ellerini beline dayadı. "Merak etme, ben taşı sıkar suyunu çıkarırım."

Kendimi daha fazla tutmadan açıkça gülmeye başladığımda, Duman gözlerini kırpıştırdı ve ardından büyük bir rahatlamayla gözlerini devirdi. Alay ettiğimi daha yeni anlamıştı. Saçlarımı parmağıma dolayıp yeni bir kivi dilimine uzandım ve afiyetle yerken ona göz kırptım. Duman bu arsızlığıma alışkın şekilde kafasını iki yana salladı ve ardından havuza atlayıp tüm suyu üzerime sıçrattı. Huysuzluk edip havuzun altına girdim ve ellerimi sırtına koyup sırtına tırmanmaya çalıştım. İlk an homurdanıp beni sırtından atmak istese de zafer benimdi. Havuzun altında onunla boğuştum.

Hiç unutmuyorum; bana denizler güzelse batmanın bir lütuf olacağını söylemişti. Şimdi de öyle olduğunu kanıtlıyordu. Bana beni ağlatabileceğini, isterse güldürebileceğini söylemişti ve her ikisini de yapmıştı. Sadece... Kalbimi böylesine hızlı attırmak gibi bir iddiası yoktu ama işte, onu da yapmıştı. Hatta en çok onu yapmıştı.

🥀

Dünyaya olan inancınızı kaybettiğinizde aşk iyi bir teselli oluyordu.

Neredeyse gece yarısıydı. Artık dünyaya baktığımda onu lacivert görüyordum. Dışarıda değil, evin içindeydik. Perdeler açıktı, bu yüzden ayın griliğini ve yıldızların tılsımını görüyordum. Işıkları kapatmış, bir film açmış, şarap içerek izliyorduk. Başımı Duman'ın göğsüne yaslamıştım. Duman zayıflamış, büyük badireler atlatmış olmasına rağmen hâlâ benim iki katım kadardı ve kolunu sırtıma attığında beni tamamen kaplıyordu. Esaretin Bedeli’ni izliyorduk. Yıllar önce izlemiş olsam da bir de onunla izlemek hoşuma gidiyordu. Şarabımdan ufak bir yudum alarak yanağımı göğsünde kaydırdığımda, "İhanete uğramak çok kötü," dedi sessizce. "Arkandan iş çevrilmesi de öyle."

Arkadan iş çevirmek... Senin için insan öldürmek de buna dahil olur mu? Böyle deyince aklıma onun arkasından çevirdiğim dolaplar geldi ve huzursuzluk kalbime yüklenip kapalı kapıları kırdı. "Neyse ki en çok sevdiğim insan yeterince şeffaf da böyle dertlerim yok," dedi, saçımın üzerinden öperek. "Hatta o kadar şeffaf ki, ağzına geleni söylüyor."

Ah…

Şimdi ne diye konuyu buraya getirmişti? Yoksa suçlu olduğum için gereğinden fazla mı yanlış anlıyordum? Duygularımı belli etmediğim için beni yakalayamazdı ama... Bir gün bunun açığa çıkması için güçlü gibi sorun vardı elimde. Hazır yeri gelmişken ona bunları anlatmalı mıydım?

Ama... bir şey yapmamıştım ki.

İyileşmeseydi yapacaktın, dedi iç sesim.

Anlatsam beni anlar mıydı? Bir tarafım söyleyip kurtulmak isterken diğer tarafım zaten o iyileştiği için söylememe gerek olmadığını düşünüyordu. Fakat o adam iyileşir de bir gün karşıma çıkarsa, ya beni polise şikâyet ederse?

Hayır, onu iyi korkutmuştum. Konuşacağını sanmazdım.

Fakat Duman’la aramızdaki her şeyi konuşmuş, tüm sırları halletmişken aramızda bir başka sır olmasını da istemiyordum.

Ona seni seviyorum bile demiştim, bunu mu diyemeyecektim?

Derin bir nefes verip kadehi dizime koydum. "Duman?"

"Gül Dikenim? Sıkıldın mı?"

"Hayır," dedim, gözlerimi onun göğsüne dikerek. "Güzel film."

"Aynen, sonunu merak ettim."

Parmağımı göğsünde gezdirdim. "Sonunu söyleyeyim mi?"

"Sakın Mahşer!" diye kızdı.

Bir dakika kadar sustuktan sonra kendimi hazırlayıp, "Sana bir şey söylemem lazım," dedim.

"Tamam Mahşer, anladım. Ben de seni çok seviyorum."

Şapşallık ediyordu ama söyleyeceğim şey ciddiydi, bu yüzden gülmedim. Duman aynı şekilde, kasılmış halde durduğumu fark ettiğinde saçlarımı aşağıya yukarıya okşadı.

"Dinliyorum."

Tamam, bir anda söyleyip kurtulabilirdim. Zaten kelimeleri ağzımda çevirmezdim, ne söyleyeceksem doğrudan söylerdim. Gözlerine mi bakmalıydım? İçimden öylesi geliyordu. Başımı kaldırdım ve uzanıp Duman'ı çenesinden tutup kendime çevirdim. Filmdeki dikkatini bana vererek sıcak gözleriyle bakmaya başladığında, şimdi dilimin ucunda duran kelimelerin onun kalbini zehre bulamamasını diledim. Yeni kalbine ilk kırgınlığı ben vermek istemiyordum.

"Diyeceklerim bitene kadar izin ver konuşayım," dedim düz bir ses tonuyla. "Bilmen gereken bir şey var. Artık bir önemi kalmadı ama kötü bir tesadüfle öğrenmeni istemiyorum."

Ciddiyetimi görmüş olmalı ki, televizyonun sesini kıstı ve tüm dikkatini bana yöneltti. "Yeni bir ceset mi var?"

Olabilirdi.

Tepkisinden korkmuyordum, kalbini kırmaktan korktuğum kadar. Çünkü bu kez öyle olmasını istemiyordum, ona iyi davranmak istiyordum. Daha fazla uzatmadan, "Biliyorsun, hastanede zor günler geçirdik," dedim yavaşça. "Tüm bu zor zamanlar geçerken bana senin nakil listesinde üçüncü sırada olduğunu öğrendim. Diğer iki kişi de senin gibi kalp bekliyordu. Ben... merak edip onların kim olduğunu araştırdım. Eğer yeni bir kalp çıkarsa... onların değil de senin o kalbe sahip olmanı istiyordum."

"Mahşer, sen ne..."

"Kesme," dedim ve gözlerinde büyüyen tedirginliği görmezden gelerek devam ettim. "Bu yüzden... Onların kim olduklarını, nerede oturduklarını, hangi dereceden hasta olduklarını öğrenip onları ziyaret ettim."

Elinin başımdan aşağıya düştüğünü hissettim ve sanki kar yağışını gözlerinin içinde görür gibi oldum; tipi esiyordu.

"Onları... adlarını listeden sildirmeleri için silahla tehdit ettim. Aslında... Sadece birini gördüm, diğerini tehdit ettim. İkisi de yaşını başını almıştı, çok hastaydı. Listedeki adamı, kızına ve kendisine bir şey yapmakla tehdit ettim. Onu savunmasız bırakmaya çalıştım, böylelikle adını listeden sildirecekti. Kızı hastalığını bilmiyormuş, öğrenmesinden korktuğu için kabul etti ama... Zaten gerek kalmamıştı, yeni kalp onlarla değil, seninle uyum göstermişti." Umursamazca elimi savurdum. "Ben de canlarını bağışladım."

Gözlerime hâlâ bakıyordu ama bakmasa da olurmuş gibi bakıyordu. Böyle bakacaksan hiç bakma, diyesim gelmişti. Dudaklarının aralık kaldığını, kaşlarının bir çatılıp bir gevşediğini gördüm. Kolu tamamen gevşedi ve beni göğsünden iterek koltukta öne doğru kaykıldı. İtmesine bir şey demedim, ben de onu çok kez itmiştim. Ondan uzaklaşıp koltuğun kenarına doğru kaydım ve kadehi dizlerimin üzerinde tutarak profiline baktım.

Birkaç dakika boyunca, belki de daha uzun süre sustu. Dirseklerini dizlerine yaslayıp kıpırtısız şekilde, sabit gözlerle yere baktı. Kızacak mıydı, sorun değildi. Bir kalbim yoktu ki kırılsın. Ama çok da kızmasını istemezdim, çünkü onun yaşaması için yapmıştım ve gerekirse bir daha yapardım. Şaşkınlığı, yerini dakikalarca süren bir sessizliğe bıraktı ve o sessizlikten sonra, "Canlarını bağışladın?" diye tekrar etti beni, sesi buz gibi olmuştu. "Tanrı’sın, Allah’sın ya çünkü sen, değil mi?"

"Saçmalama."

"O zaman ne diye karışırsın kimin ölüp kimin kalacağına!" Kükreyerek bana döndüğünde, sesine öyle hazırlıksız yakalandım ki oturduğum kanepede sıçradım. Bu sıçrayışla birlikte elimdeki kadeh düşüp parkede tok sesler bırakırken Duman gözlerini öfkeyle büyütüp yüzüme doğru haykırdı.

"Bir de gözünü kırpmadan, sesin titremeden ölümle tehdit ettiğini söylüyorsun. Lan sen kalbini çıkarıp yedin mi? Bu ne kalpsizlik?"

Bu ne kalpsizlik mi?

Sensizlikten ve ölümlerden bu kalpsizlik.

Bomboş gözlerle ona bakarak omuzlarımı silktim. "Niye, şaşırdın mı? Benden beklemez miydin?"

Bana, hayal kırıklığıymışım gibi baktı. Fakat hayır, ben kalp kırıklığıydım ve ustaca kalp kırardım. Bu yüzden bakışlarına alınmadım, mideme yumruk yemişim gibi hissetmedim, kıvranmak istemedim. Duman bu soğukkanlılığımla daha da çileden çıkmış gibi sinirle güldü. "Bu yaptığın senin için bile çok acımasızca Mahşer, senin için bile!"

Benim için bile…

"Ben sana kalpsizim dedim, neyine şaşırıyorsun ki?"

"Lan beni nerenle seviyorsun o zaman?" Haykırarak yerinden fırladığında, bakışlarım onu takip ederek yukarıya çıktı. Elini yüzüme doğru sallayarak, kıpkırmızı olmuş suratıyla bağırmaya devam etti. "Madem kalbin yok, beni nasıl seviyorsun?"

Gözlerimi eğip hızla çarpan kalbine baktım. "Bilmem," dedim gülerek. "Sen dememiş miydin beyniyle sever insan diye?”

"Belki de sevmiyorsun," dedi. Bunun maruz kaldığım en ağır suçlama olduğunu düşündüm. Madem sevmiyorum, neden senin için birilerini öldüreyim ki? 

Yüzünü elime sallarken sinirle dudaklarını ısırdı. "Ya da sen... gerçekten benden başka kimseyi sevmiyorsun?"

"Günaydın," dedim omuzlarımı silkerek.

Gözlerini kırpıştırdı, ağzını açtı ama henüz bir şey demeden kapattı. Elini saçlarına daldırıp kendi etrafında birkaç tur dönerken, ağzından küfrü eksik olmadı. Ne eksik ne fazla, ben buydum işte. O da banyoda böyle kabul ediyorum seni dememiş miydi?

"Suçsuz, günahsız iki insanı öldürünce, o gece annemle babanı öldüren insanlardan ne farkın kalacaktı?" dedi bana döndüğünde. Hâlâ bağırıyordu, kalbime tükürür gibi. "Gurur mu duyacaktın bununla?"

Omuzlarımı bir kez daha silktim ve bunun onu daha da delirttiğini gördüm. "Gurur duymazdım ama ağlayacak da değildim. Sen kurtulmuş olacaktın, ben de katil olacaktım."

"Kendine yakıştırdığın şeyler bunlar mı?" dedi yüzünü yüzüme alçaltıp avazı çıkana kadar haykırdı. "Katil olmak, hapis, ölüm, silah, kan, kötülük... Hak ettiğin hayat bu mu? Benim için masum birilerini öldürmenle gurur duyacağımı mı sandın? Sen kendini bu kadar kahretmişken benim kurtulmamın bir anlamı mı olacaktı? Aynaya neden mi bakamıyorsun? İşte bunlar yüzünden!"

Bunu bu kadar çabuk yüzüme vuracağını düşünmemiştim.

Artık sinirlenmeye başlıyordum, onun için yaptığımı görmüyor muydu? Ellerimi koltuğa vurarak sesimi yükselttim. "Keyfimden öldürmeyecektim, kalp senin olsun da yaşa diye yaptım! Tamam, gurur duy demiyorum ama böyle bağırmana gerek yok!"

"Aptal, birinin ahını alıp da mutlu mu olacağını sanıyordun?" Hâlâ bağırmaya devam ediyordu, hâlâ. Elbette bununla gurur duyamazdı ama bu kadar öfkeleneceğini de düşünmemiştim. "En kötü insan bile yapmaz senin yaptığını!"

En kötü insan bile…

"Eee uzatma!" Ben de yerimden fırladım ve karşısına dikilerek kocaman açılan gözlerimden ateşler attım. "Öylece ölümünü izleyemezdim, bir şeyler yapma ihtiyacı hissettim! Ölüyordun, anlıyor musun? Sen yapmaz mıydın?"

"Bırak bunları," diyerek ellerini belinin iki yanına koydu. Ne dersem diyeyim sakinleşmiyor, aksine daha çok sinirleniyordu. "Madem kahroluyordun, bana merhamet göstermek ben o hastane yatağına yatıp makinelere bağlandığımda mı aklına geldi? Beni sevdiğini söylemen için ayaklarına kapanırdım, bunu bilirken neden söylemedin? Habire kalbimi yiyip önüme koydun! En ihtiyacım olduğu günlerde bile merhamet etmedin! Madem beni, uğrumda masum insanları öldürecek kadar seviyordun, neden bunu göstermedin!"

"Demek ki benim sevgi gösterme biçimim de bu!" O kadar bağırdım ki boğazımdan yukarıya bir ateş topunun çıkıp dudaklarım arasından dağıldığını hissettim. Çenesinin altında kalıyordum ve ikimizin de kontrolden çıktığı çok açıktı. Sevginin biçimleri var, benimkisi en biçimsiz olanı. "İşine gelirse, işine gelmezse de kapı orada!"

Kapıyı göstermek istiyordum ama elim kalbimi işaret etmeye gidiyordu.

O kadar seri, süratli nefesler alıyordu ki ister istemez göğsüne baktım ve sertçe inip kalktığını gördüm. Kaşlarını kaldırıp bir sokak kapısına, bir de benim yüzüme baktı. "Beni mi kovuyorsun? İşime gelmiyorsa ayrılacak mıyız?"

"Ayrılamazsın benden," dedim her kelimenin üzerine bastırarak.

"Sen kafayı yemişsin.”

Histerik şekilde, sinirle gülüp tüm yüzümü, yüzümdeki çizgileri, öfkemi ve aşkımı küstahlıkla izledi. Dudağının kenarında acı dolu gülüş vardı, gözleriyse an geçtikçe benden uzaklaşıyor gibiydi. Tiksiniyor muydu benden? Onun benden utandığını düşününce elime bir bez almak, kalbimin üzerindeki kiri silmek istedim, sırf bu bakışlara maruz kalmamak için. "Pişman bile değilsin," dedi gözlerimin içindeki gerçekleri görerek. "Ya senin yaptığını başka biri yapsa, sevgilisi için gelip anneni öldürmeye kalkışsa? Ne yapardın, o kişinin canına okurdun değil mi?"

Nabzımın hızlandığını hissettim. "Elbette!"

"Riyakâr," dedi suçlarcasına, kalbimi avucunun içinde sıkarak. "İkiyüzlüsün kızım sen!"

"İkiyüzlü, arsız şeytanım," dedim, onun ses tınısını taklit ederek. Bu cümleyi hep o bana derdi, zaten böyleydim ben! Simsiyah saçlarımı hızla yüzümden çekip aynı şiddetle bağırdım. "Zaten ikiyüzlü bir sürtük olduğumu ikimiz de biliyoruz. Sen hep böyle demez miydin, bunu söylerken gayet eğleniyordun, şimdi ne değişti? Ne? Oradan bakılınca bir rol modele mi benziyordum ben?”

"Bu kadar olamazdın, bu kadar değil!" Hâlâ kabul edemiyordu ama yapmıştım, zerre de pişman değildim. Hiçbir kötü huyumu saklamamıştım, olduğu gibi davranmıştım; görmezden gelmek onun suçuydu. "Kötü, sana zararı dokunan insanları anlarım ama... masum insanlara nasıl kötülük yapabilirsin? Bu kadarı değil Mahşer, bu kadarı kabul edilemez!"

"Ben şeytanım dediğimde gülüyordun, şeytanlık yaptığımda neden ağlıyorsun?"

Buz gibi baktı gözlerime, hâlâ kendimi savunduğuma inanamıyordu. Belki de o aslında beni tanımıyordu, kafasında kurduğu bir kıza âşık olmuştu ve o kızla sadece yüzlerimiz benziyordu. Aradığın kalp benimkisi değil. Yüzüme, aralıklı dudaklarıma, ruhsuz gözlerime bakarak bir adım geriledi ve kafasını aşağıya yukarıya salladı. "Ada'yı seviyor musun?" diye sordu aniden, tekrar gözlerime bakarak.

"Kendine fazla acıyor," dedim bu soruyu sormasına bir anlam veremeyerek.

"Onu umursuyor musun?" diye sordu bu kez. Neyi ölçüyordu? İnsanlığımı mı?

"Kardeşin olduğu için umursuyorum ama hayatımda olmasıyla olmaması arasında pek bir fark yok."

Bu sadece Ada'yla ilgili değildi. Duman'dan başka herhangi birinin hayatımda olmasıyla olmaması arasında fark yoktu. Annemin bile. Var olsalar da zaten yoklardı.

"Peki," dedi daha sakin, neredeyse kısık bir sesle. Bir şey daha söylemek için dudaklarını açtığında boğazımdaki yutkunuşu aşağıya çektim ve terleyen ellerimi sıkarak ona kulak verdim. Kalbim yok. Bunu kendime hatırlatırsam üzülmem. Üzerine bir çizik attın kalbinin, sen yaralı bıraktın; unutma. "Listede, benden önceki sırada olan kişilerden birisi çocuk olsaydı Mahşer, onu da ölümle tehdit eder miydin? On yaşındaki küçücük bir çocuğu sırf benim için öldürür müydün?"

O kadar değil Mahşer, o kadar da değil.

Ama ne kadar?

Kalbini çiğniyormuş gibi ağzımdaki bozuk tatla yüzümü buruşturup bakışlarımı ondan kopardım ve hiçbir şey demeden başımı önüme eğdim. Başını önüne eğdin, çünkü sen buna layıksın. Dudaklarımı sertçe ısırıp gözlerimi kapattım. Karşımda bir çocuk dursa onu... vurabileceğimi sanmıyordum ama bir seçim şansım varsa da hep Duman'ı seçerdim.

Duman belki de ilk kez beni sevdiğine lanet edip arkasını döndü ve ağır adımlarla uzaklaştı. Önce evin kapısından çıktı, ben hâlâ yere bakarken de bahçe kapısının gürültülü sesi geldi; sanki yerinden sökülmüştü. Bu sesi araba motorunun sesi takip etti ve Duman beni terk edip gitti.

Orada ne kadar dikildiğimi hatırlamıyorum. Sadece bir ara eğilip şarap şişesini aldım ve sarsakça merdivenleri çıkıp odaya girdim. Yatağın kenarına çöktüm ve şarap şişesini ağzıma dayayıp,çenemden akıta akıta içmeye başladım. Açık camdan dışarıyı, şu her gece kara olan dünyayı izleyip aralıksızca içtim. Beni terk edip gitmişti, kapıları suratıma çarpmıştı. Sorun değildi, gerçekten.

Kalbinin kırıldığını düşünmekten vazgeç.

Bu çizikleri ben attım kalbime, bir bez alıp üstünü silmek yerine siyah bir kalem alıp boyadım ve onu kirlettim. 

Kimseyi kurtaramam ben, kimseden beni kurtarmasını beklemem. Sadece yaşarım, biraz Duman isterim, hepsi bu.

Önümü göremeyecek, belki de yürüyemeyecek kadar içip o yatağın ucunda saatlerce dikildim. Gece yarısı olunca döner sandım, dönmedi. Zaman algısını kaybettim ve ondan sonra bile içip şişenin dibini gördüm. Gelmeyeceğini düşünerek yatakta tırmandım ve sevişirken izlediğimiz o aynaya bakarken gözlerimi bir an olsun kırpmadım. Kızdı ama dönecekti, nereye giderdi ki? Beni burada bırakıp İstanbul'a dönemezdi değil mi?

Bu sıcak yaz akşamına rağmen çarşafların buz gibi olduğunu hissedip kollarımı etrafıma sardım ve oda çevremde dönerken, alkolün de vermiş olduğu hassaslıkla hıçkırdım. Beni böyle kabul edip sevemez miydi? Neyini zorluyordu? Tamam, bir daha kimseye bilerek kötülük etmezdim. Bunları ona söylesem geri buraya döner, beni kollarının arasına alır mıydı?

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama ne yaparsam yapayım çarşafım ısınmadı, vücudumdaki buz hissi kaybolup gitmedi. Duvarları, tavanı izleyip onu bekledim ve uykum bir kâbusa dönerken, yavaşça açılan kapının sesini duyar gibi oldum. Vücudum külçe ağırlığında olduğu için kalkamadım, adını seslenemedim, sadece bakışlarımı kapıya çevirip gülümsedim.

Önce merdiven basamaklarının sesi geldi. Sonra ses iyiden iyiye yaklaştı. Silueti karanlığın içinde, kapıdan içeriye sızdı ve kafası yavaşça bu tarafa çevrildi. Yüzünü göremedim ama onun olduğunu biliyordum. Elimi yatağın kenarına koydum, onu yanıma çağırmak istedim ama ağzı açıldığında söylediği tek cümle şu oldu: "İstanbul'a dönüyoruz."

Kalkıp ona bağırabilirdim, çekip öpebilirdim de. Hem denizin altına itebilirdim kafasını hem de bir cankurtaran gibi denizin altından çıkarıp ona nefes verebilirdim. Fakat hiçbirini yapmadım. Odadan çıktığında zorlukla kalktım ve bir robot ruhsuzluğunda dolaba ilerleyip kıyafetlerimizi yanımızda getirdiğimiz çantalara koydum. Dolaptan üzerime ince bir sweat aldım ve banyoları kontrol ederek çantalarla birlikte aşağıya indim. Kafam güzeldi ama kör kütük sarhoş değildim. Duman'ın bahçede olduğunu gördüğümde, yanına ilerleyip kapıdan çıkmadan önce bu sessizliğe gömülmüş yazlığa, anılar bıraktığımız yere son kez baktım.

Arabaya binip yola çıktığımızda birbirimizi görmek için ışığı bile yakmaya gerek görmedik, tek laf etmedik, dönüp yüzlerimize bakmadık. Gecenin karanlığında İstanbul'a doğru yavaşça yol aldık. Gelirken yanımızda olan mutluluk ve neşenin zerresi olmadan Muğla'dan ayrılıp ıssız yollarda ilerledik. Camlardan içeriye giren tozu yutarken ön camdan dışarıya bakmaya başladım ve o an ikimizin arasındaki duran dikiz aynasında bir anlığına da olsa yüzümü gördüm. Uzandım, dikiz aynasını sertçe çevirdim ve tekrar koltuğuma gömüldüm. Belki de ben bir palyaçoyum, bunlar da korkunç yüzlerim.

BÖLÜM SONU.